@Pudra özel haberidir, izinsiz kullanılamaz. 02.05.2016

Bir çaylağın gözünden İznikUltra

İznik Ultra Maratonu 2016'ya katılıp, ilk defa 50 kilometre koşan Bade Tomruk'un hikayesi sizin de gözlerinizi doldurabilir.

Sevgili Bade Tomruk'un İznikUltra macerasını okuduğumuzda heyecanını ve samimiyetini içimizde hissettik. Hayalini gerçekle buluşturan amatör bir sporcunun kendine inanarak ve güvenerek, zorlukları aşmasına hayran olduk. Bizi de bir maratona katılma konusunda heveslendiren, bu başarı hikayesine Pudra.com olarak sizin de şahit olmanızı istedik.

İznik Ultra 50k koşusuna katılan Bade Tomruk tecrübesini anlatıyor


Geçen sene vuruldum ben İznik’e.
Müşküle’de İznik Ultra'cıları ilk gördüğümde.  
O yüzleri, gözleri, çamurdan kararmış ayakkabıları, toz içindeki kıyafetleri, sırtlarında çantalarını taşıyan, sıcaktan pancarlaşmış suratlara ilk baktığımda.
O aşka, o bir daha olsa gene yaparım ifadesine, o mutluluğun pırıltısına, aralarındaki dostluğa, birbirlerine el uzatışlarına, sırt sıvazlayışlarına tanık olduğumda.
O pırıl pırıl gözlü çocukların koşuculara 'çak' yaptığını, özenerek saygıyla karışık bakışlarını, ninelerin dualarını duyduğumda.

"Virüs Kana Yayıldı."
Bir süre sessiz kaldım. Sindirdim. Sonra artık tesadüf mü, yoksa ben mi arandım, bilmem, Yonca Tokbaş’ın İznik yazısını ve Instagram postlarını okudum. Virüs kana yayıldı. Sonra İznik’i koşan başka Ultra'cıları buldum, takip ettim, tek tek okudum. Aman Allahım! Şişen ayaklar, düşenler, kaybolanlar, gece yarısı kafa lambasıyla koşuya başlayıp, ormanlar arasından geçerek 24 saat durmaksızın gidenler, sırt çantalarında olması gereken mecburi malzemeler, giyilmesi gerekenler, rotalar, GPS'ler, yenmesi tavsiye edilenler, jeller, markalar, antrenman programları… Bu nasıl bir dünya? Ben de koşuyorum sanıyordum. Bu insanlar koşuyorsa, benim sahilde git-gel koşularım ne? Zaten sevmiyorum hamster gibi aynı yerleri koşmayı, asfaltı, betonu. Başka bir dünya var koşunun bu yakasında ve acayip heyecanlı, farklı. Başka bir dünya var patikalarda, koşunun hakkını veren, özgürleştiren ve kendi sınırlarının dibine vurduran. Aştıran, uçuran, insanı mutluluktan ve belki de hırstan ağlatan.

Kocam, Özgür’e söyleyemedim henüz. Biraz bende dursun. Yok ben yapamam bunu. Ben kimim ki bu insanların yanında? Alt tarafı 2 tane yarı maraton koşmuşum daha. Onlardan birinde de son kilometrelerde bildiğin sürünmüşüm. Bunun antrenmanları acayip uzun ve zordur. Yok ki benim öyle bir zamanım. Mümkün değil, çıkar aklından. Tamam, çıkarttım. Ama nedense, geri geliyor. Hain Facebook bana o sayfaları gösteriyor. Instagram’da takibe aldığım kişiler İznik anılarını paylaşıyor. İzmir diyorlar, İznik anlıyorum. Takılmış bir kere. Oğlak burcuyum bir de üstelik. Taktı mı takıyor deli oğlak.

Söyleyeyim bari artık. Zaten bu Özgür’le beraber yaşayacağımız bir deneyim olmalı. Çocuklarımıza anlatacağımız, yaşlanıp pinpon olduğumuzda fotoğraflara bakıp anacağımız, el ele gideceğimiz, finish'te sarılıp ağlaşacağımız bir macera olmalı. Onsuz olmaz ki. Zaten yalnız yapmak istemiyorum.

Oh söyledim, rahatladım. "Delirdin sen herhalde!" dedi. Muhtemelen haklı.

Nedir bu takıntı? Bilmem ki. Orta yaş korkusu mu, hayat geçiyor endişesi mi, ben de yapacağım çocukluğu mu, koşuyorsan hadi bakalım bunu koş hırsı mı? Sanırım ortaya karışık.

"Yeni bir dünya açıldı şimdi."

Sırada bizim koşu hocamız, deli tarafımıza alışmış Özgür Hoca var. Bakalım o ne diyecek?
O bile sanırım bu kadar manyak olduğumu tahmin etmiyordu. Ama adam profesyonel. Şaşırdıysa da pek belli etmedi. Önce Münih bir geçsin de, sonra bakarız dedi. Benim gönlüm Münih’ten çoktan geçti de, kimseye diyemiyorum. Aklım fikrim İznik’te.

Sen misin öyle diyen? İşte Bataçıka’da daha 300 metrede böyle düşer sakatlanırsın. Diz haşat. Ama Münih’e biletler alındı. Yalvar yakar yarı maratonu 10K'ya çevirdik. Bu da bitti işte. Mutlu muyum? Çok. Çünkü Münih geçti ve Özgür Hoca’nın dediği gibi artık İznik’i konuşabiliriz. Yaşasın!
Yaparsınız diyor. Hoca bilir. 6,5 ay var. En uzun koştuğum 21K. Hayalim dağda 50K. Peki, nasıl olacak?

Yeni bir dünya açıldı şimdi. Patika koşularına gidiyoruz. Çekmeköy, Aydos. O güne kadar sahilde, sıfır rakımda, gel-git koşmuş, en ufak eğimde mızmızlanan bacaklarımız, patika koşulları ile tanışıyor. Aman o nasıl yokuşlar? Ekip sıkı. Pazar sabahları buluşuyoruz. Gelen ekipte sırt çantaları, acayip tank tekerleği kılıklı ayakkabılar. Yokuşları takır takır çıkıyorlar. Nabzım herhalde 190’a vuruyor. Zaten ekibi bir araba park ederken görüyoruz, bir de biz dil dışarıda vardığımızda, onlar esnemeyi bitirirken.

Özgür Hoca'dan gelen antrenman programları seviye atlıyor. Kuvvet antrenmanları, yokuş çıkışları. Araya pilates sıkıştırıyorum. Pazar sabahları 6.00'da ayaktayız, ormanda hoca ne derse koşuyoruz. Evi organize etmek ayrı iş. Çocuklar nerede kalacak akşam ne yenecek? Ödevler yapılacak, kahvaltıya gelemeyiz, ancak öğleye. Çocukların antrenmanlarının organize edilmesi de cabası. Bu arada kar kış başlıyor tabii. Her şartta biz ormandayız. Bu tank tekerlekli ayakkabılardan artık bizim de var. Ekibi daha yakından takip ediyoruz, hatta bazen yetişebiliyoruz. Yılbaşı günü bile koşuyoruz kar altında.

Bitmiyor, gece yarışına giriyoruz. Kafa lambaları takıp, buz gibi soğukta, ormanda karanlıkta koşuyoruz. Hayır, gündüz aydınlıkta ancak gidiyorsun sen bu yollarda düşüp şaşmadan Bade, gece gece işin ne, gerçekten? Bilsem bu sorunun cevabını. Ama nasıl zevkli!

"İznik artık kapıda​!"

Antrenmanlar geçiyor, ekibi daha iyi tanıyor, hepsini ayrı seviyoruz. Pazar günleri kahvaltıda 80K koşmuş gibi yiyoruz. Haftalar akıyor, İznik artık kapıda. İznik’e kadar en uzun 3 kere 30K koşmuşuz. Özgür’ün koşucu bir arkadaşı bizi bildiğin küçümsüyor. Alaycı bir ifadeyle "Sizin adınızı İznik kaydında gördüm sanki." diyor. "Siz maraton koştunuz mu?" "Hayır"; "50K mı koşacaksınız?" "Evet inşallah"; "Yaaa peki!" Gerçekten maraton koşmadık biz! 4 saatten uzun kalmadık bile arazide.
Heyecan ve stresim artıyor. Mecburi malzeme listesini hatmettim. Sırt çantam geldi. Mavi nefis bir Raidlight. Her yerinden bir cep çıkıyor, bir sürü şey sallanıyor orasından burasından.

Kalmış 6 gün, ben bildiğin hastayım. Fena bir nezle. Başımı kaldıramıyorum ki. Ağlayacağım üzüntümden. Ayaklı eczane gibi geziyorum. Bu arada malzemeler sanırım hazır; acil durum battaniyesi tamam, bardak tamam, düdük tamam, şapka okey, raporlar annem sağ olsun hazır, fener tamam. Jel nereden bulacağız krizi, Amerika’dan gelen arkadaşlar ve tabii ki her durumda yardımımıza koşan can dostumuz Rıdvan tarafından çözülüyor.

Rol modelim, idolum, psikologum, doktorum bir tanecik ablam Nadire, dünyanın öbür ucundan imdadıma yetişiyor. İznik’i koşabilmem için müthiş bir sağlık desteği veriyor. Su, ıhlamur, Blended iksirleri, çorba derken sanırım vücudumun %98'i sıvı hale geliyor. Başımda fena bir ağrı. Öksürük, hapşırık geçti ama başımdaki zonklama sanki köy düğünü. Davullar, zurnalar çalıyor kafamda. Koşacağım bunu, koşacağım. Özgür dedi ki "Bir daha asla yazılmam." O zaman 4 ayak üzerinde olsam bitirmek zorundayım. Bir de Kaan çıktı başıma. Şikayet etme, sen istedin, anne yaparsın ve yapacaksınlar, anne sen 2 sene önce 1 km koşamıyordun, bak şimdi 30K koşuyorsun, bunu yaparsınlar, 11 yaşındaki oğlum bildiğin azarlıyor beni.

50K kızları grubumuz var, 3 kişilik dev kadro. Habire yazışıyoruz, malzemeleri nereden bulacağız kaçta gidiyoruz, nasıl kutlayacağız, nereden girdik biz bu işe? Manyaklık seviyelerimizi ölçüyoruz. Kızlar süper moral desteği. Yalnız değilim ki, oh!

"Ben ne iş buradayım ki?"
Son Perşembe ite kaka antrenmanı tamamlıyorum. İlk defa sırt çantamla. Özgür Hoca çantayı dene dedi ama tecrübesiz Bade çantayı doldurmuyor, boş boş koşuyor. Adamın biri demez mi "Siz o çantayla neden koşuyorsunuz, ağırlık mı var içinde?", "Maratona hazırlanıyorum diyorum", "Ooo maratoncu mu olacaksınız? Hadi kolay gelsin." Ultra demeye dilim varmıyor, zaten lafından titrer durumdayım artık.

Bavul hazır. Kızlarla sürekli yazışıyoruz. Bakalım nasıl olacak bu iş?
Cuma harika bir havada yoldayız, bir nefeste İznik. Herkeste deli bir heyecan. Bizim 50K grubu hep çaylak.

Kayıt yaptırma sırasında önüm arkam 130K koşacak olanlarla dolu. Birbirleriyle koştukları yarışları konuşuyorlar, suratlar güneşten yanık, bacaklar taş, yüzlerinden tecrübe akıyor bildiğin. Konuşmaları, duruşları farklı. Ya ben ne iş buradayım ki? Bu insanların arasında olmayı hak etmiyorum hissi basıyor gene. Sonra diyorum, bunlar da bir yerden başladı. Sor bakalım burada kaç tane senin gibi 2 küçük çocuklu, full time çalışan, antrenman yapabilmek için akşam 9 da yatıp sabah 5.30'da kalkan, anne babasını, evini, yemeğini ve tüm çocuk/okul/spor organizasyonunu yapan kaç kişi var aralarında?

Kayıt tamam, çanta kontrolü yapıldı. İznik Ultra posterinin önünde fotoğraf çekildi, Instagram’a konuldu. Dinlenmek lazım şimdi. Erken bir akşam yemeği yiyoruz ekip olarak Köfteci Yusuf’ta. Rota değişmiş, onu konuşuyoruz, biraz da strateji falan. Evet söz Özgür hoca, 17K'ya kadar olan yokuşta hızı Özgür’ün belirlemesine izin vereceğim, evet bırakıp gitmeyeceğim, hızlanmayacağım, oksijen borçlanması mıdır ne, ona girmeyeceğim. Özgür Hoca 80K, Tuğba 15K'da yarışacak. Ayşegül, Özge ve biz 50K. Keşke İnal ailesi de olsaydı diyorum ve büyük sürpriz! Cumartesi sabah sadece bizlerle beraber olmak için onca yol geliyorlar İznik’e. Ya ne güzel insanlar! Dost dediğin böyle olur.
Bir çaylağın gözünden İznikUltra








"Artık Saatler Kaldı."
Erkenden odadayız akşam. Çantaları hazırlıyoruz. Nadire’nin defalarca tembih ettiği üzere tüm malzemenin etiketleri dahil kesiyorum. Malzemeleri hangi ceplere koyduğuma dikkat etmeye çalışıyorum. Ay ne çok deliği var bu çantanın! Kıyafetler hazır, bib’ler takıldı. Sabah 9.00'da Özgür Hoca başlayacak, 10.30'da biz. Artık saatler kaldı. Göreceğiz bakalım, Bade’de bu yolu tamamlayacak yürek olup olmadığını.

Survivor seyredip, kafa boşaltma planım var. Sıkıyorsa boşalt. Mümkün değil, binlerce fikir uçuşuyor. Uyumam lazım paniği basıyor. Özgür yanımda hafiften horluyor. Adamdaki rahatlık gerçekten şahane ve beni tek kelimeyle delirtiyor.

Dışarıdan gelen sesleri dinliyorum. Bodrum hayali kuruyorum. Bitirmezsen ne olur, sadece macerasını yaşamak için buradasın, ne şanslısın diyorum kendime. Bir anda bitirememe korkusu başlıyor. Yok ki benim dünyamda yarım bırakmak. Bitmesi lazım. Sanki hayatım buna bağlı. Ruh hastasıyız ailece. Annem de böyle, ablam da. Uyuyamadıkça korku basıyor, yarın nasıl geçecek diye. Özgür’ü dürtüklüyorum, uyuyamıyorum diyorum. Vallahi adam beni gerçekten seviyor, bir kere daha anladım. Elinin tersiyle çarpmak yerine, kolumu bacağımı okşuyor, yavaş yavaş moral vermeye, beni uyutmaya çalışıyor. Sanırım 5.00 civarı sızıyorum.

7.00'da telefon mesajı sesiyle sıçrayıp ayaktayım. Ben giyiniyorum, hazırım. Özgür daha yatakta genleşiyor. Ay delireceğim, kalksana be adam. Sus Bade, hiç ağzını açma. Kahvaltıda Özgür Hoca'yı görünce ödüm patladı. Aman niye burada, biz erken mi kalktık? Yok hala hasta ve bu haliyle 80K'ya çıkmamış. İyi yapmış, adam zaten insanüstü. Gözü kapalı koşar o mesafeleri. Hasta hasta neden eziyet etsin kendine? Herkes senin gibi manyak mı?

Haydi start otobüsüne! Oğuz ve Taner de gelmiş. Narlıca’da bizi bekliyorlar. Özgür ile Tuğba bize eşlik ediyor, otobüse bindiriyor, şans diliyor. İnşallah akşama görüşürüz, daha önce görüşmeyelim aman. Otobüse bindik ve Özgür gene uyudu. Vallahi şaka değil. İyi ki çantada delici kesici bir malzeme yok. Adam kafayı koyacak bir yer buldu mu uyuyor. Kızım sen derdine yan, biraz böyle rahat bir tip olsan, daha mutlu olurdun. Her eve lazım bir Özgür.

Narlıca’da köy kahvesinde Oğuz ve Taner’i buluyoruz. Biraz sohbet, manyak mıyız ya biz muhabbetinden sonra Ayşegül ve Özge de geliyor. Yarış öncesi foto çekimleri de tamam. Özge’yi ilk ve son burada göreceğimden eminim. Kız muhteşem güçlü. Mutlaka derece alacak ve şahane koşacak. Ayşegül de çok iyi koşucu. İkisi de süper gidecekler. Hava da nasıl sıcak, belli ki perişan olacağız.

"En sonunda start!"
Tam bir renk cümbüşü var. Herkeste heyecan. Biz bekleşirken 130K koşanların ilkleri geliyor. Adamlar sanki yeni başlamış. Alper Dalkılıç önümden geçiyor, 80K’dır koşan o değilmiş gibi, yüzünde bir gülümseme ile hızla geçip alkışlar arasında yokuştan aşağı uçuyor.

En sonunda start. Kısacık bir tırmanıştan sonra patikaya sapıyoruz. İşte rota değişimi asıl burada. İlk 6K asfalttan düz yoldu, Müşküle sapağına kadar. Oradan 6-17K arası müthiş yokuş beklerken işin rengi değişmiş. Daha yarışın ilk kilometresinde bir inişler başlıyor, bildiğin 60-70 derece eğim, tek kişilik, kaygan yumuşak toprak. Herkes sıra oluyor.

Özgür tank ayakkabıları ile önden gidiyor, ben arkadan yavaş yavaş iniyorum. Çok dik yerlerde, bildiğin popo üzeri kayma metodu uyguluyorum. Bütün popom toprak dolu. Birkaç kez düşme tehlikesi atlatıyorum ama sorun yok. Yavaş yavaş iniyoruz. Koşu parkuru değil burası, o kesin. Bir düzlüğe gelince kaptırıp koşuyoruz ama ne önümüzde ne arkamızda biri var. Biraz gittikten sonra Özgür’e yanlış yoldayız diyorum, zaten işaretlemeler de yok. Mecburen geri dönüyoruz ve artık 200 kişilik grubun en arkasındayız. Gerçekten muhteşem bir doğa içindeyiz. Bahar coşmuş. Kokular, renkler, masmavi gökyüzü, sıcak esen bir rüzgar ve parlak bir ilkbahar ışığı var. Daracık patikadan kaya kaya iniyoruz. Bir gruba takılıp bu nasıl rota değişikliği diye söylene söylene derelerden geçip gidiyoruz. Dikenler var, calf çoraplarıma teşekkür ediyorum. Yol boyu ağaç budayan amcalar, oturan teyzeler bizi alkışlıyor, ne güzel insanlar!

Yol bizi Müşküle Yokuşu'nun tepelerine getiriyor. Az kaldı ilk durağa. Müşküle için heyecanlanıyorum. İznik virüsü bana ilk burada bulaşmıştı. Şimdi o güzel yüzlü, parlak gözlü çocuklar bana da 'çak' yapacaklar. 'Çak' yapa yapa ilerliyoruz. 3'lü 5'li gruplarda, bağdaş kurmuş çömelmiş teyzeler hem nakış işliyor hem bizi alkışlıyor, bazısı 'çak' yapıyor. "Maşallah!" diye bağırıyor. Enerjileri bize güç veriyor. O ilk kilometrelerin tırmanış ve zorlu inişlerini unutturuyor. Zaten "Asıl zorlu iş Müşküle yokuşları." demişti Özgür Hoca. "İlk 17K dan sonra hep iniş, yarış bitiyor." dedi. E Müşküle’ye geldik, kaldı 9-10K yokuş. Onu hallettik mi bitti o zaman.
Bir çaylağın gözünden İznikUltra




















"Yokuş bitmiyor!"
Mola tamam, yokuşa vurduk. Allahım yükseldikçe manzara nasıl ama nasıl güzelleşiyor. Göl masmavi, gök masmavi. Geniş bir toprak yoldan tırmanıyoruz. Yolda bir kızla sohbet. Aman diyor, dikkat. "Buradan dar patikaya gireceğiz, zorlamayın kendinizi. Süleymaniye’ye kadar böyle. Sonra Derbent’e sıkıcı bir yol var. Derbent’ten ileri yokuş aşağı koyuver kendini." diyor. Biter mi diyoruz cut off un içinde. "Tabii! Ben kaç kere yaptım, zevk almaya bakın." diyor. Tamamdır o zaman.

Patikaya giriyoruz, amanın nasıl dik! Bir de sıcak. Aynı hızla çıkamıyorum. Nabız patladı, başım zonkluyor. Suyum bitti. Bayağı fenayım. Duruyoruz, bir cliff barı paylaşıyoruz. 3-4 dakika nefesleniyorum ki bir adam "İyi misin diyor, su ister misin?" diyor, teşekkür ediyorum, iyiyim, yapacağım. Yokuş bitmiyor! Oyalanmam lazım. Çiçeklere takılıyor gözüm. Nasıl güzeller! Renk sayıyorum, çiçeklere isimler takıyorum. Sarı var, mavi var, mor var. Ela’ya nasıl yakışır bu çiçekler. Ah işte sümbül. Tuzla’da annem ve anneannemle toplardık. Ah keşke görseler beni şimdi! Oyunlar meşgul ediyor kafamı. Düzlüğe gelir gelmez koşmaya başlıyoruz. Daha iyiyim, düzlük beni toparlıyor. Oh yokuş aşağı da bulunca, ver elini Süleymaniye!

Caminin tuvaletine koşuyorum. Şorttan topraklar dökülüyor. Ya annem şu halimi gerçekten görmeli. Deli gibi mandalinaya saldırıyorum. Biraz Snickers, biraz çubuk kraker, tuz ve bol su. Şişeler de doldu. Taner geliyor, Oğuz’la ayrılmışlar. Özgür dürtüyor, yola koyuluyoruz. 2-3K yokuş dediler. Yükseliyoruz. Altımızda minicik bir göl. Karşımız Uludağ. Tepesi karlı. Nasıl güzel, İsviçre halt etmiş! Tırmanıyoruz, 80K koşucularından birkaç kişi geçiyor. Selamlaşıyoruz, kolay gelsin diliyoruz birbirimize. İnişli çıkışlı genişçe bir patikadan koşuyoruz. Koyun sürüleri var, aralarında pamuk beyaz kuzular. Ağlamak istiyorum kuzuları görünce. Özgür diyor "Nasıl yenir bunlar? Kıyamam ki." Haklı, anne kuzusu hepsi. Kocaman kangallar yanlarında. Yemyeşil çayırlar uzanıyor sağ tarafta. Bir köpek zıplıyor uzun otların arasından. Kafa bir görünüyor bir kayboluyor. Çok matrak. Tam oh bitti derken, gene lanet bir yokuş çıkıyor önümüze. Kafamı önüme eğip, tırmanıyorum ki, arkadan bir ses; yanlış gidiyorsunuz, dönün. Hay anasını! Tam de tepeye gelmişiz. Hadi dönüyoruz doğru yola. Gerçekten işareti kaçırmış, gidiyoruz. Allah razı olsun bizi yoldan çeviren iyi insanlardan.
Ya ne bitmez yolmuş! Yaklaşmış olmalıyız ama ortada ne köy var ne kasaba. Çantanın cebine doldurduğum fındık fıstıklar dökülmüş cep açık kalınca. Su içmekten içim çıktı. Jel midemi bulandırdı. Daracık deliklerden, dikenlerin içinden geçiyoruz. Ya bu nasıl koşu? Bildiğin ormandayız.  
Bir çaylağın gözünden İznikUltra




















"Ayağımı nereye bastığımı göremiyorum."
Özgür hem rotayı yapana söyleniyor. Hem Özgür Hoca'nın 17K'dan sonra iş bitti demesine J
Derbent’e giriyoruz ama perişanım. Çan çalıyorlar bizi görünce. Biri bağırıyor, "Yürümeyin koşun, bu bir maraton!" Haklı. Ama sen onu bu rotayı yapana söyle. Neyse, son bir gayret koşuyoruz ve mola.

Valla portakal mandalina yiyemeyeceğim. Karpuz istiyorum, kafamı içine sokacağım. Kavun, çilek, erik, elma ne olur elma! Yok. Yalvar yakar yarım muz veriyorlar. Tuvalete gitmem lazım. Normal şartlar altında değil içeri girmek, kapısından geçmeyeceğim bir tuvalete gidiyorum. Islak mendilime dualarla. Özgür hazır, beni bekliyor.

Tam o sırada telefonda Özgür Hoca "Hadi!" diyor, "Surlarda sizi karşılayacağız." Bu arada Özge’nin bitirdiği mesajı geliyor. Superwoman! Tuğba 2. olmuş 15K'da. Çok seviniyoruz onlar adına. Cebime 1-2 bisküvi koyuyorum, haydi daha 15K var. Ama bundan sonrası yokuş aşağı, öyle dedi Özgür Hoca.

Derbent’ten çıkıyoruz. Hani yokuş aşağı? Gene tırmanma. Olamaz, herhalde yanlış yola saptık gene. Ama her yerde işaretler var. Yok, yol doğru. Karnım fena ağrıyor. Ama hadi bakalım, sen mi büyüksün ben mi? Alt tarafı gaz be. Karnıma bastıra bastıra koşuyorum.

Nerede bu yokuş aşağı? Abuk subuk labirent gibi. Ya bu yollardan gece kafa lambasıyla nasıl geçilir? Biz gündüz gözüyle yolu şaşırıyoruz. Koşuyoruz, yürüyoruz, koşuyoruz. Aklım cut off'ta. Yetişmek mümkün görünmüyor. 40K geçiyor, 41-42… oh işte yokuş. Özgür kopup gidiyor. Öyle yorgunum ki. Ayağımı nereye bastığımı göremiyorum. Artık diyorum, Allahım sendeyim! Cut off kaçacak, madalya da vermeyecekler. Üzüntüm büyük. Ama yapacak bir şey yok. Düz yola girmeden son noktada küçük kızlar toplaşmış, 'çak' yapıyor. Bir tanesi 4-5 erik tutuşturuyor elimize, daldan yeni koparılmış. "Abla ister misin?" diyor. İstemez miyim? Gözüm doluyor. O erikleri tek tek yiyorum. Isırınca, ekşice suyu akıyor ağzıma. Erik hiç bu kadar nefis olmamıştı.

"Bir gülme geliyor, bir ağlama isteği."
Uzakta Özgür Hoca ve yanında Kamil! Ya inanılmaz! Bizi resmen moral olarak yüklüyorlar. Biraz koşuyor, biraz yürüyoruz. Ayşegül de şahane derece yapmış. Aferin ona! Az kaldı. İznik’in içinde biraz koşuyoruz. Su bitti. Kamil bize su alıyor. Boynuna sarılasım var. Sahile dönünce bizim otel. Önünden geçerken insanlar bağırıyor. Kafam bomboş. Finish'i görüyorum. Bir gülme geliyor, bir ağlama isteği. Birileri bana mı bağırıyor? Finish'e el ele giriyoruz. 20.18’de. Tam 9 saat 44 dakika sonra.
Bir çaylağın gözünden İznikUltra
Boynuma bir ağırlık takılıyor. İznik 50K madalyası! Yaşasın! Madalya veriyorlar. Bir his boşalması.
Oturmam lazım. Bayılacağım! Biri oturtuyor. Biri fotoğraf çekiyor. Biri tebrik ediyor. Kamil yemek getiriyor, bir de ayran. Arkadaşların ilgisi, desteği sıcacık sarıyor. Şükrediyorum...

Bir çaylağın gözünden İznikUltra


POPÜLER GALERİLER
gelinlik modelleri pudra
mac mbfwi pioneering designersi 10
lenzing ecovero mehtap elaidi mbfwi 01
korean beauty kore guzellik sirlari
new york fashion week 26
paris fashion week pudra 12
mac mbfwi pioneering designersi 10
oleg cassini collection 2117 2
EN YENİLER